ŞEKER GAZETE
"Burdur Şeker Ortaokulu'nun Sesi"
27 Mart 2019 Çarşamba
18 Mart 2019 Pazartesi
ANADOLU TOPRAKLARI GÜÇTÜR!
ZEKİYE DOĞAN
Sevgili okurlarım merhaba, Hollanda denince ilk akla gelen yel değirmenleri, meralarda otlayan bol süt veren inekleri, rengarenk laleleri. Artık bunlara su kanallarının, nehirlerin üzerinde yüzen çiftlikleri de ekleniyor. Hollanda yenilikçi ve tarımsal teknoloji sayesinde dünyanın en büyük tarımsal gıda ürünlerinin ihracatçısı olarak ülkelerin başını çekiyor. Giderek artan nüfusu, büyük kentlerde tarım alanlarının hızla daralması nedeniyle, su üzerinde yüzen çiftlikler kurmaya başladılar. Dünyanın ilk yüzen süt ürünleri çiftliğinin yapımına Rotterdam’daki Merwehaven’da kısa süre içerisinde başlanıyor!..
Beladon adlı şirket tarafından geliştirilen ve AgriFood adlı kuruluşla birlikte hayata geçirilen proje kapsamında iki ayrı yüzen çiftlik inşa edilecek. Floating Farm adı verilen çiftliklerden birinde 40 inek yer alacak. Diğer çiftlikteyse 6 bin adet tavuk yetiştirilecek. Yaklaşık 2 milyon Euro’ya mal olması beklenen yüzen çiftlikler önce Rotterdam’da ardından Den Bosch kentinde kurulacak. Projenin yaratıcısı Peter van Wingerden, Den Bosch kentinde farklı bir şeyler deneyebileceklerini belirterek, Rotterdam’la birlikte bu kentin pilot bölgeler olacağını söyleyen Van Wingerden’e göre: “Yüzen çiftlik fikri bir bilim kurgu değil geleceğe yönelik mantıklı bir adım.” Diyor.
Beladon ve AgriFood projeyi geliştirebilmek için yüz bin Euro kaynak ayırdı. Çok sayıda kuruluşun destek verdiği proje, su açısından zengin olan ülkede hızla artan nüfusu ve giderek daralan tarım alanları konusunda önemli bir alternatif olarak değerlendiriliyor. İkinci Dünya Savaşından çıkmış olan Hollanda’ya çocukluğumda gittim. O dönemler savaşın kalıntılarını görmek ürkütücüydü. Yıkık dökük binalar, yıkık dökük kara yolları, yıkık dökük tren istasyonları ve fakir diyebileceğimiz insanlarıyla doluydu. Otuz yıl içerisinde maddi ve manevi inanılmaz değiştiler geliştiler!..
Şimdiyse ekebilecek toprakları kalmadı ve denizin ortasına yüzen çiftlik inşa ediyorlar. Anadolu toprakları güçtür ve çoğu ülkeye nasip olmayacak kadar verimlidir. Şimdi gelişme sırası Türkiye Cumhuriyeti devletinin biz yeter ki, alternatifler arayalım, altın değerindeki topraklarımızı pırlanta değerindeki evlatlarımıza işlemesini işletmesini öğretelim. İthalat yerine ihracat yapalım dış pazarlara açılalım. Tarımın her alanında ve besicilikte diplomalı bilinçli çiftçiler yetiştirip Anadolu topraklarının ülkemizin gücü olduğunu öğrenelim öğretelim üretelim…
On yılı aşkın bir süredir yılın uzun bir dönemini Antalya’da geçiriyorum. Bu süreç içerisinde etrafımdaki insanlar “neler yapıyor” diye gözlemliyorum. Bana acı veren durumsa en ucuz kiranın 1200 TL ile başlaması ve sayısı azımsanamayacak kadar çok olan insanlarımızın köylerini bırakarak beton yığınları arasında yarı aç yarı tok yaşamlarını sürdürmeleri. Babam altmışlı yıllarda Hollanda’ya gitti. Anam ağabeyimin yardımıyla ekmeğini topraktan besiden çıkartıyordu. Dışarıdan parayla satın aldığımız fazla bir şey yoktu. Sebzeler meyveler bahçemizden, buğday arpa nohut haşhaş tarlamızdan, et süt peynir yağ beslediğimiz hayvanlarımızdan üretiliyordu. Toprağın anama armağanı, anamınsa çocuklarına armağanı nasırlı elleriyle bıkıp usanmadan işlediği mahsullerdi!..
Babam bizi yanına Hollanda’ya alana kadar ekmeğini taştan çıkaran elleri nasırlı güzel anam tarladan bahçeden çıkan mahsulleri, yılın on iki ayı bize yetiriyordu. Tarlalardan bahçeden çıkan mahsullerden akrabalarla ihtiyacı olan komşularla da paylaşıyordu!..
Topraklarını işlemeyi unutanlara, çocuklarını toprak ve hayvan sevgisiyle yetiştirmemiş olanlara Hollanda örnek olsun. Beş kuruşun üç kuruşunu hiç düşünmeden çıkarsızca etrafındaki ihtiyacı olanlarla paylaştıysan hayatın Padişahı da sizsiniz Sultanı da. Unutmayın ki, ceviz sadece kabuktan ibaret değildir içini açıp baktığınızda faydalarını saymakla tüketemezsiniz. Vatan topraklarını işleyelim işletelim tükenmeyelim tüketmeyelim!..
Sevgi ve saygılarımla
18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ
43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1915 yılı yemek listesi; 15 Haziran Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yağlı buğday çorbası ve ekmek. 26 Haziran Sabah: Yok. Öğlen: Yok. Akşam: Üzüm hoşafı, ekmek. 18 Temmuz Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yarım tayın ekmek. 21 Temmuz Sabah: Yarım ekmek. Öğlen: Yok. Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek YOK
“Çanakkale Savaşı’nda 43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1917 Yılı Yemek Listesi” olarak paylaşılan bu iaşe cetveli aslında Irak Cephesi’nde görev alan 52. Tümen 43. Alay 1. Tabur’a aittir. Bu menü İlhan Selçuk’a ait “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı” adlı kitabın 1. cildinde yer almaktadır.
emek listesinin metninin kelimesi kelimesine aynısı. Yıllar önce İlhan Selçuk’un kitabında yer almış. Yemek listesinin kaynağı belli. Ancak, nasıl olduysa bir anda Çanakkale Savaşı’na atfedilmiş.
İlhan Selçuk bu kitabın içeriğini, yakın arkadaşı Cengiz Yurtoğlu’nun babası olan Çanakkale, Balkan, 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında savaşmış olan Selahattin Yurtoğlu’nun anılarından derlediği aile tarihinden derlemiştir. Yani kitap anı türündedir ve meşhur yemek listesi viral hâle gelmeden çok önce ilk kez 1973 yılında yayınlanmıştır.
Bilindiği üzere Çanakkale Savaşı 18 Mart 1915 – 9 Ocak 1916 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Yani 1917 yılında Çanakkale Savaşı çoktan sona ermişti. Yemek listesinin kaynağı, menünün 1917 yılında Irak’a ait olduğunu gösterirken, Çanakkale Savaşı’nın zaferle sonlanmasının ardından 1917 yılında bu iaşe cetvelinin geçerli olduğunu iddia etmek çelişkiler içermektedir.
Ayrıca, Çanakkale Savaşı’nda ihtiyatta bırakılan birlikler içinde bile 43. Alay yoktu. Olmayan birliğin iaşe cetvelini paylaşıyorlar yani.
Bu çelişkiyi gidermeden duramaz tabiki efsanelere iman etmeyi gaye haline getirmiş vatandaşlarımız. Hemen küçük bir dokunuşla yemek listesini 1915 yılına çekiverirler aşağıdaki görselde de görülebileceği üzere:
Çanakkale Savaşları’nda askerin aç bi ilaç savaşmadığına dair askeri kaynaklarda ve çarpışan askerlerin anılarında bilgi ve belgeler de mevcuttur. Bu kaynaklar da Çanakkale Cephesi’ndeki muharip ordunun iaşe ve ikmal durumunun dramatize edildiği gibi olmadığını göstermektedir.
Mehmet Çevik ve Yavuz Selim Çeloğlu’nun Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Dergisinde “Çanakkale Cephesi’nde Türk Ordusunun İaşe ve İkmal Faaliyetleri” başlığıyla yayınlanan çalışmaları Çanakkale Cephesi’ndeki muharip ordunun diğer cephelere nazaran daha iyi iaşe edildiğini belirtmektedir. Çevik ve Yurtoğlu ayrıca, özellikle kara muharebelerinin başlamasıyla birlikte cephedeki ordu sayısında büyük artış ile birlikte iaşe konusunda sıkıntılar yaşanmaya başlamasına rağmen Çanakkale’de hiçbir zaman diğer cephelerdeki kadar vahim bir durumun gözlemlenmediğini aktarmıştır.
Çanakkale’de çarpışan 5. Ordunun iaşe bölgesinin ülkenin tarım, sanayi, ulaşım gibi olanaklar açısından en gelişmiş bölgelerini içine alması ile birlikte Osmanlı Devleti’nin savaştığı diğer cephelere nazaran Çanakkale Cephesi’ndeki muharip ordunun iaşe ihtiyacının nispeten daha kolay karşılandığı gözlemlenmiştir.
5. Ordu’nun idare ve lojistiği üzerine yapılan araştırmalar, 5. Ordu dahilinde bulunan ambarlarda mevcut erzakın kıt olmadığını göstermektedir.
Çanakkale’de çarpışan askerlerin çeşitli günlük ve hatıralarından derlenen iaşe ile ilgili tespitler de askeri kaynaklarda geçen Mehmetçiğin Çanakkale’de aç bi ilaç çarpışmadığı tespitini desteklemektedir.
Derin Tarih Dergisi’nda Mustafa Selçuk’un günlükler ve resmi kayıtlar üzerinden kaleme aldığı incelemede, Türk askerinin beslenmesinin sanıldığı gibi olmadığı belirtilmiştir. Selçuk’un tespitlerinden bazıları şu şekildedir:
- 5. Ordu’ya bağlı çalışan Menzil Müfettişliği koordinatörlüğünde bütün Marmara bölgesinde askerî disiplinle işleyen bir teşkilat oluşturulmuş, bölge halkının da yardımıyla ordunun her türlü gıda ihtiyacı karşılanmış.
- Ordunun bütün ihtiyaçları Tekâlif-i Harbiye Komisyonları tarafından öşür, hibe, el koyma ve müteahhitler vasıtasıyla tedarik edilmiş.
- Osmanlı Genelkurmayı da Çanakkale Cephesi’nde iaşe durumunun gayet iyi olduğunu, hatta birinci siperde muharebe eden nefere kahve ikramı bile yapıldığını resmî tebliğle bildirmiş.
- Çanakkale’de bir askere ortalama şu miktarlarda erzak verilmiş: 900 gram ekmek, 250 gram et, 150 gram bulgur, 20 gram zeytinyağı, 20 gram tuz, 9 gram sabun.
İkdam gazetesi 16 Temmuz 1915 tarihli nüshasında ikmal konusundaki yoğun trafiği şöyle aktarmış: “Bugün İstanbul’dan hareket eden bir zat, mevki-i harbin (savaş alanının) hangisine gidecek olursa olsun, güzergâhında müteaddid (çok sayıda) erzak ambarları ve bu ambarların dâhilinde, sundurmalarında, civarında yığılmış erzak çuvallarının, yağ tenekeleri ile fıçılarının âdeta birer tepe teşkil ettiğini görür. Seyahatine devam ettikçe gece gündüz yollarda kıtalara çay, ayran, ekmek veren askerî çayhanelere, erzak kafilelerine rast gelir. Arabalarla, develerle taşınan, hiçbir zaman arkası kesilmeyen erzak kafileleri kâmilen (tamamen) orduya gider. Bu âli (yüksek) himmetler sayesinde ordumuz muharebede iaşe hususunda zerre kadar sıkıntı çekmemektedir.”
Ayrıca, Topkapı Sarayı’nda kayıtlı Çanakkale Savaşı Harp Malzemeleri ve Belgeleri koleksiyoneri Seyit Ahmet Sılay “münferit olarak öğün atlamış birliklerimiz dışında, yemek sıkıntısı hiç çekilmediğini” aktarmaktadır.
Çanakkale Savaş Malzemeleri Müzesi Sorumlusu Erol Burhan da Çanakkale Savaşları sırasında askerlerin açlık çekmesi gibi olay olmadığını, sadece mühimmat sıkıntısı yaşandığını aktarmıştı.
Çanakkale’de harp müddetince askere günlük olarak hangi erzak verilecek ise bunun miktarının ne olacağı ayrıca tespit edilmişti. Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Arşivi’ne göre (ATASE) “Tayinat ve Yem Kanunu’nda geçen bu miktarlar aşağıdaki gibiydi:
- Peksimet 600 gr.
- Bulgur ve Pirinç 150 gr.
- Çorbalık Konserveler 100 gr.
- Tereyağı ve Zeytinyağı 20 gr.
- Tuz 20 gr.
- Soğan ve Sarımsak 20 gr.
- Kuru Sebze 120 gr.
- Sebze Konserveleri 150 gr.
- Kuru Üzüm 50 gr.
- Çerez 250 gr.
- Kavurma, Pastırma, Sucuk ve Kuru Balık 125 gr.
- Et Konserveleri 200 gr.
- Zeytin ve Peynir 160 gr.
- Çay 1 gr.
- Şeker 10 gr.
- Sabun 9-10 gr.
- Gaz 30 gr. (asgari verilmesi gereken miktar ise 5 gr.)
Sıklıkla paylaşılan görsel başka bir cepheye ait olsa da, kaynaklar ortalama olarak Mehmetçiğin sanılanın ötesinde daha iyi beslenme imkânının olduğunu aktarsa da, Çanakkale’de muharebelerin yoğunlaştığı ve ordu mevcudunun arttığı dönemlerde askerin yasal olarak belirlenen istihkakın çok altında bir miktarla yetinmek zorunda kaldığı da gözlemlenmiştir.
Vaziyet bu şekilde iken, köşe yazarları da bu şehir efsanesini paylaşmadan duramazlar tabiki. Bu kişileri ifşa edelim:
- Hüseyin Öztürk’ün Yeni Akit Gazetesi’ndeki “Tarih Tekerrür Etmez Ettirilir“başlıklı 13 Mayıs 2016 tarihli yazısından: “Gelin şimdi bir de bizimkilerin öğünlerine bakalım. 43. Alayın yemek listesi şöyle:” [Yemek listesinin tamamını paylaşır]
- Yaşar Süngü’nün Yenişafak Gazetesi’nde yayınlanan “Koç ve Sabancı’nın Ramazan geceleri” başlıklı 3 Temmuz 2016 tarihli yazısından: “Çanakkale’de ülkeyi kurtarmak için savaşırken yediğimiz menü: 43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1915 yılı yemek listesi; … Not: Bu menüyle biz vatan kurtardık“
- Vehbi Dinçcan’ın Güneş Gazetesi’ndeki 26 Nisan 2013 tarihli “43. alay, 1. piyade taburu” başlıklı yazısından: “Yemek vaktiiii! Komut böyle veriliyor ve o yiğitler, ellerine tutuşturulan yemeklerini yemeğe başlıyorlar… Çanakkale zaferi öncesi yemek listesi… Kadıköy çarşısının, Osman Ağa Camisi tarafından girince hemen sağda Yanyalı lokantasına girdiğinizde, önünüze menü gelince, yemek listesinin yanında işte 43. alay, 1 piyade taburu 1. bölük 1917 yılı yemek listesi karşılıyor sizi… Bu memleketin kurtuluşunda atalarımızın canlarını verme pahasına girdiği savaşın içinde yemek ihtiyaçları… Bu listeyi okuduktan sonra isterseniz, şöyle ağız tadıyla yemek yiyin bakalım…“
- Ayyıldız Gazetesi’nden İdris Aydın’ın “Cennet Kapısı Çanakkale” başlıklı 18 Mart 2015 tarihli yazısından: “Bu 1915’te Çanakkale’de savaşan Mehmetçiklerin yemek listesi. Şöyle bu liste:”43.PİYADE ALAYI1.PİYADE TABURU 1.PİYADE BÖLÜĞÜ YEMEK LİSTESİ“
- Sakarya Gazetesi’nden Erdinç Özkan’ın 17 Mart 2018 tarihli “Çanakkale Kahramanları” başlıklı yazısından: [Yemek listesini tam metniyle paylaştıktan sonra] “Üzüm hoşafını sevmeyen var mıdır? Ben çok severim. Bundan sonra üzüm ve diğer hoşafları içmeden önce bu kahramanlar aklıma gelecek ve onların ruhlarına teşekkürü bir borç bileceğim. Bizim kuşak da dahil olmak üzere bu yazılanları okullarda okutulan kitaplarında bulamazsınız! Keşke bunları okutsalardı. Okutsalardı! Yılda ortalama 1,8 milyar adet ekmek çöpe gitmezdi. Okutsalardı! Çanakkale Savaşın da ölen 250000 vatan evladının bize bu toprakları bırakmak için verdikleri mücadelede nasıl şehit olduklarını anlardık. Anlardık da bize bırakılan bu devlet mallarını talan edenlere fırsat vermezdik!
- "Çanakkale Zaferinin büyüklüğünü ve şanını, ordunun şecaatini ve Mehmetçiğin fedakarlığını idrak etmek için böylesi acizlik efsanelerine ihtiyaç yoktur. Ruhları şad olsun!
-
*
26 Ağustos 2018 Pazar
DOĞUM GÜNÜM 29 AĞUSTOS !?
Soykan Dikici
Sevgili Okurlarım Merhaba,
29 Ağustos 2018 benim doğum günüm ve bir merak içerisindeyim. Nasıl olacak diye tabii.Her yıl doğum günüm Antalya’da olur. Ve hep pastam meyvelidir.
Bu sene ise biraz farklı olacağını bildiğim doğum günüm yaşlanmamın kutlaması aslında.Neyse henüz daha çocuğum o yüzden sıkıntı yok.
Bu yıl tüm arkadaşlarımın doğum gününe sınıfçak çağırıldık.Ben çağırmak istesem Anyalya’ya kim gelir?Böyle iyiyim. Doğum günüm aslında 29 Ağustosta ve unutulacak bir tarihte değil.Zafer bayramından bir gün önce.
Benim için 29-30 Ağustos çifte bayram.O yüzden çok mutluyum.InşAllah bir sorun çıkmazda yeni yaşım kutlu olur.
Sevgi ve Saygılarımla...
ESKİ KÖYE YENİ ADETLER ÇIKARDILAR
Zekiye Doğan
Sevgili okurlarım merhaba, geçenlerde uzun zamandır görmediğim değerli bir hemşerimle karşılaştım. Kendisi her ne kadar yeniliklere açık bir kişilik olsa da zamanın getirdikleri yöremizin örf adet ananelerini özlüyordu. Gençliğini yurt dışında geçirmişti ve bu dünyadan öbür dünyaya intikal etmiş, eş dost akraba konu komşu özlemini doğup büyüdüğü köyünde bulamamanın ince sızısını her kelimesinin arkasına satır satır ekliyordu!..
Cuma namazı için köy Camisine giden hemşerim köylüleriyle ettiği sohbetinde onlarında aynı duygular taşıdığını üzülerek anlatıyordu. Avrupa’da yaşayan Türk asıllı Avrupalıların cenazeleri istek üzerine köyümüzün mezarlığına gömülüyordu. Ortak olduğu ortamı anlatan hemşerim: “Eski köye yeni adetler çıkardılar, cenazelerini mezara koyar koymaz millete pide ayran dağıtarak bu saf temiz köylülerin ananelerini değiştiriyorlar. Hali vakti yerinde olanlar için sorun değil, ama parası olmayanlar ne yapsınlar.” Diyor.
Üzülerek dinlediğim bu sözler karşısında kendisine ne söyleyeceğimi bilmiyor, onu sessizce dinliyordum: “Kaynanam vefat etti. Hanım benden habersiz pide ayran sipariş etmiş cenazeyi defnettikten sonra baktım ki, pide ayran gelmiş, misafirler yediler içtiler, siparişi yaban bizim hanım, sanki kaynanamdan bana miras kaldı. Bizim durumumuz beli zaten zor idare oluyoruz, cenaze masrafları altı üstü derken pide ayran borcunu altı ay sonra ödedim. Yazık değil mi bana böyle adet mi olur? Eskiden cenaze evinin kapısı açık olurdu. Yedi gün ateş yanmaz duman tütmezdi. Cenaze evinde yedisi okunurdu. Yemekleri komşular getirdi. Yas almaya gelen konu komşu güçlerine göre yemek getirirlerdi. Yasin okuduktan sonra giderlerdi.” Diyen hemşerim çok doluydu.
Bu hüzünlü sohbetimizden sonra çok merak ettim. Yöremin Türkmen ve Yörük adetlerini araştırdım. Türkmen ve Yörük adetlerinde ölü geleneği
bir haneden evin büyüğü dede baba (ebe) nine hakka yürüdüğünde çenesi çatılır, gözü açıksa sıvazlanır, parmağında yüzükleri varsa çıkartılıp mezar kazanlara veriliyormuş. Erkekse eskiden başa sarılan sarık erkeğin kefeni olup ona sarılır yoksa kefen alınıyormuş. Yıkanıyorken yakınları mevtaya su dökerler, sembolik olarak mezara bir taş dikerlermiş. Üzerinden çıkan (soyka) elbise fakire verilir ve vasiyeti varsa yerine getirilirmiş. Cenaze evinde üç gün ışıklar sönmez, kapılar kapatılmazmış. Yedi gün boyunca ateş yanmaz, duman tütmez, yemek pişmezmiş. Yemekleri komşular akrabalar getirirmiş. Yedi gün Kuran okunur mahalleliler ev halkıyla yas tutarlarmış. Köy halkından düğünü olan olursa çalgılar çalmaz halay oyun oynanmazmış. Ölen kişi eğer gençse bacı ve kardeşleri, evliyse karısı, ana babası yedi yıl düğüne gitmezler ve kadınlar ellerine ayaklarına başlarına kına yakmazlarmış. Başörtüleri yeşilli allı olmaz kara bağlarlar ve siyah giyinirlermiş. Kırkından sonra ve yıl dolunca Kuran okutup yemek verirlermiş. Ölen kişi erkekse kurban bayramının arifesinde ikindi ezanından sonra ölüye kurban kesilir, yedi yıl ölü evinde yeni evli veya evli çift varsa ilişkiye girmezlermiş. Bu geleneklerimiz Türklerin İslam’dan önce şaman geleneklerinde de varmış ve İslam dinine uyarlamıştır…
Hemşerim sayesinde bu güzel ve özel bilgilere ulaşmak benim için geçmişimi aramak ve köyüme kadar gitmeme vesile oldu. Ecdatları, geçmişi, aile ve aile bağlarının önemini yüreğim sızlayarak tekrar yaşadım. Bize usanmadan varı yoğu gözetmeden emek harcayarak büyüten anne babaların ruhu şad olsun!..
Sevgi ve saygılarımla
19 Ağustos 2018 Pazar
DÜĞÜN DERNEK KURULSUN!
Nebahat&Soner |
Sevgili Okurlarım Merhaba,
17 Ağustos sabahı kalktık, hazırlandık ve anneannemlere gittik.Arka arkaya Antalya’dan Çameli'ne kına için yola çıktık. Saat 17.00 civarında Çameli’ne vardık.
Kızevinde belirli bir saat yemek vardı. Gittik yemeğimizi yedik.Bayanlar kuaföre gitti.Akşamleyin geldiler. Kına bir otel bahçesindeydi.Kızevininde hemen aşağısındaydı. Aşağıya indik.
Gelin ve damat dans ile bahçeye girdi.Oynadık,oynadık,oynadık. Kına yakıldı,Testi kırıldı.Sonunda kına bitti. Otelde kaldık. Yorgunluktan direk uyuduk.
Sabah kalktığımızda kızağı kahvaltı hazırlamıştı. Kahvaltımızı yaptık,gelinimizi aldık.Çameli'nden çıktık Anyalya’ya girdik. Davulcular”Girdiğinizde haber verin çalmaya başlayalım.” dedi.Haber verdik çalmaya başladılar.
Evin önünde oynamaya başladık.Sonra eve çıktık.Akşam düğün vardı.O yüzden bayanlar tekrar kuaföre gitti.
Akşam bayanlar gelince direk salona geçtik.Salonumuz “Kuğulu Park”ın içindeydi. Gittiğimizde çok az konuk gelmişti. Merdivende konukları karşıladık. Sonra bir arkadaşla yemek yedik. Nebahat Ablam ve Soner Dayım'ın nikâhı için nikah memuru geldi. İlk önce dayıma soruldu dayım bağırdı “Evet!” Sonuçta son sözü bayanlar söyler Nebahat Ablama soruldu. Nebahat ablamda “Evet!” diye bağırdı. Artık evlenmişlerdi.
Oyun Havası çalmaya başladı, oynamaya başladık.Sonra takı töreni oldu.Ve ardından pasta kesildi.Gece 02.00 civarında düğün bitti.
Nebahat &Soner
Ömür Boyu Mutluluklar...
KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI
Zekiye Doğan
Sevgili okurlarım merhaba,
Hollanda seyahatim dönüşü yolculuğumda bakteri kapmış olacağım ki, çok kötü grip oldum.
Üç hafta boyunca gribi atlatamadım ve aşırı solunum sorunu yaşadım. Böylece sigara bırakmak için Alo 171 sigara bırakma hattını arayarak Antalya devlet hastanesinden randevu aldım. Yapılan test sonucu ağır vaka olduğum yani çok aşırı fazla sigara kullandığım ortaya çıktı.
Bu kötü alışkanlığımdan doktor yardımıyla sigarasız hayata başladım. İlginçtir Astım hastasıyım, ilaç tedavisi görüyorum, kanser atlattım buna rağmen yıllarca sigara kullanmaya devam ettim!..
Doktor kontrolü altında iki aydır sigara kullanmıyorum, ama el boşluğu ya da el alışkanlığı beni adeta obur yaptı ve kilo almaya başladım. Her sabah temiz havada yarım saat yürüyüş saatimi doktorum iki saate çıkardı.
Tatlı dille söylemiş olsa da aslında bu bana çok ağır bir cezaydı, ama iki ayda altı kilo almamsa aşırı fazlaydı. Dolayısıyla her sabah evimden Limana kadar iki saat yürüyorum. Yürüyüş esnasında kurulan halk pazarı dikkatimi çekti geçerken uğradım.
El örgülerinden tutunda ev yemeklerine böreklere pastalara kadar her şey mevcuttu ve özellikle rengarenk örgüler görülmeye değerdi. Kızımıza: “Bana da öğretir misin?” Diye sohbete başladım.
Antalya’da yaşamayan kızımız halk pazarı için gelmişti, öğretecek vakti veya zamanı yoktu.
Sohbetimizi dinleyen bir başka bayan arkadaş: “Kaymakamlığa yakın Güloş Yün dükkanı var. Orada sizi öğretecek bayanlar var siz bir uğrayın çok memnun kalacaksınız.” Dedi.
Hani: “Derdinde olmayan deveyi görmez.” Diyorlar ya…
Bahsi geçen dükkanı tanıyordum sabahları yüzmeye veya yürüyüşe gidiyorken uğrayıp giysi aldığım zamanlar oldu. Fakat örgü örmek hiç aklıma gelmemişti. Yılbaşında Fransa’dan yanıma gelen kız kardeşim: “Abla çocukken bize kazaklar örüyordun, örgüye başlarsan sigara içme isteğini biraz olsun yenmiş olursun.” Dedi ve birlikte şehre indik örgü için yün aldık.
Kız kardeşim gidince Güloş Yün’e uğradım ve bana örgü öğretmelerini istedim, Güler hanım çok net bir şekilde: “Yünü bizden alırsan tabi öğretiriz sen yeter ki öğrenmek iste seni öğretecek birçok arkadaşımız var.” Dedi.
Anavatanımda net ve düşüncelerini bilinçli söyleyen insanlara rastlamak biraz zor dolayısıyla bu sözlerden sonra Güloş Yün günlük örgü ördüğüm mekanım oldu. Sahibi Güler Özkaya 59 yaşında aslen Zonguldaklı iş nedeniyle 33 yaşında Antalya’ya gelmiş.
Uzun yıllar Sümer Bank’ın çeşitli bölümlerinde çalışmış. 2006 emekli olan alımlı güzel kadın kendisiyle bocalamaya başlamış: “Burcum Oğlak, çalışmadan duramadığımı fark ettim ve kendime ait küçük bir dükkan açmaya karar verdim ve bu dükkanı açtım.” Diye gururla anlattı.
11 yıldır Güloş Yün işletmesini yürüten azimli kadın: “Ben bu ismi seviyorum, bana çok güzel dostluklar kazandırdı ve bir kitap yazacak kadar hikayeler birikti. Örgü örmenin inanılmaz bir terapi olduğunun farkına vardım ve örgü örmek isteyen herkesle bunu paylaşıyorum.
Dükkanın adını küçük mucizeler dükkanı koyan müşterilerimle boş oturmak yerine hayatın içinden ne varsa onlarla paylaşmayı, paylaşımcı olmayı, boş zamanları örgü örerek dolu dolu geçirmeyi anlamlı buluyorum.” Diyen bu güzel kadına ve örgü arkadaşlarına yürekten hayran kaldım.
Antalya’da yaşamış olduğum uyum sorunum uygarlığa özgürlüğe el emeği göz nuru alın teriyle kazanca hayran kadınların varlığıyla yaşanılır oluyordu. Omuzlarındaki taşıdığın yükün ağırlığının farkında olunca etrafındaki farklı bakış açısı uygulayıp farkındalık yaratarak önyargıları hep birlikte kıracağız.
Boş zamanları olanların sorununu çözmek amaçlı bildikleri örgü örneklerini hanımlara öğretmek amacıyla kurs açan güzel ve özel kadına başarılar diler, el emeği göz nuru emeğinin kaşlığını görmesini temenni ediyorum. Sigarasız bir yaşam dileğiyle…
Zekiye Doğan
Sevgili okurlarım merhaba,
Hollanda seyahatim dönüşü yolculuğumda bakteri kapmış olacağım ki, çok kötü grip oldum.
Doktor kontrolü altında iki aydır sigara kullanmıyorum, ama el boşluğu ya da el alışkanlığı beni adeta obur yaptı ve kilo almaya başladım. Her sabah temiz havada yarım saat yürüyüş saatimi doktorum iki saate çıkardı.
Antalya’da yaşamayan kızımız halk pazarı için gelmişti, öğretecek vakti veya zamanı yoktu.
Hani: “Derdinde olmayan deveyi görmez.” Diyorlar ya…
Bahsi geçen dükkanı tanıyordum sabahları yüzmeye veya yürüyüşe gidiyorken uğrayıp giysi aldığım zamanlar oldu. Fakat örgü örmek hiç aklıma gelmemişti. Yılbaşında Fransa’dan yanıma gelen kız kardeşim: “Abla çocukken bize kazaklar örüyordun, örgüye başlarsan sigara içme isteğini biraz olsun yenmiş olursun.” Dedi ve birlikte şehre indik örgü için yün aldık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Dün Cüneyt Arkın’ın sağlık durumuyla iligli korkutan haberlerin gündeme gelmesiyle hayranları büyük bir üzüntü yaşadı ancak yapılan a...
-
SEÇİLMEK İÇİN NE YAPACAĞIZ? Bir makale yazıp sekergazetesoo@gmail.com 'a mail olarak atacağız. Şartlar afişimizde yazmaktadır.
-
BAŞARIDA İÇ DİSİPLİN Fatma Kargılı Oğraş Her zaman yaptığınız veya yapmak zorunda olduğunuz işleri iki şekilde yaparsınız: Ya onlar...